Afyon’da 800 yıllık bir Mevlevî Camisi
Afyon’da Mevlevî Kültürü Hz. Mevlânâ’nın şehre gelmesiyle başlar. Yüzyıllar boyunca süregelen bu köklü gelenek çevresine de ışık saçar. Öyle ki ilk Şeb-i Arus töreni için Konya’da sema yapacak ekip bile Afyon’dan getirilir. Afyon Mevlevîleri, yıllarca Mevlevîliğin merkezi olan Konya’da semazen yetiştirir.
Soğuk ve yağmurlu bir günün akşamında Afyon’dayız. Mihmandarımızın anlatımlarıyla hayretler içerisinde 800 yıllık Mevlevî Camii’ne doğru yola koyuluyoruz. Soğuktan birbirine sokulmuş çocuklara benzeyen ikişer katlı ahşap evlerin önünden mabede doğru ilerliyoruz. Caminin bulunduğu sokağa girdiğimizde manevî havanın tüm mahalleyi kapladığını hissediyoruz. Kısa süre sonra tüm sadeliği ve alçakgönüllülüğüyle Afyon Mevlevî Camii karşımızda duruyor. Hemen girişte Konya Mevlevîhanesi’nden sonra en köklü olan Afyon Mevlevîliğini anlatan küçük, şirin bir müze gözümüze çarpıyor. İki yıl önce açılışı yapılan müzede Mevlevîliği temsil eden balmumu heykellerin yanı sıra Mevlevî törenlerinde kullanılan eşyalar, 500 yıllık gelenek olan şifalı aşure dağıtımında kullanılan yüzlerce yıllık kazanlar bulunuyor. Afyon’da Mevlevîliğin tarihini birer bardak çay eşliğinde müze müdürü Hasan Özpunar’dan dinlemeye başlıyoruz.
Afyon’da Mevlevîliğin başlangıcı, Hz. Mevlânâ’nın sağlığında Afyonkarahisar’a gelmesine kadar uzanıyor. Mevlânâ, 6-7 yaşlarında olan oğulları Sultan Veled ve Alâaddin Çelebi ile birlikte Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kale Muhafızı Bedrettin Gühertaş’ın davetlisi olarak Afyonkarahisar’a gelir. Çocuklarını burada sünnet ettirir. Sultan Veled yetişince kızı Mutaharra Hatun’u, Germiyanoğlu Süleyman Şah’a (Afyon’a) gelin verir. Hem Mutahhara Hatun’un burada olması hem de diğer torunu Ulu Arif Çelebi sayesinde Afyon’da Mevlevîliğin temelleri ilk olarak atılmaya başlanır.
1270-1300 yılları arasında kurulan Afyon Mevlevîhanesi Konya’dan sonra ikinci Mevlevîhane olur. Ulu Ârif Çelebi’yi Afyon’da misafir eden Sahipoğlu Ahmed Bey, ona olan muhabbet ve hürmetin bir ifadesi olarak bu binanın yerine, daha elverişli bir planda olmak üzere ahşaptan bir dergâh inşa ettirir. Böylece faaliyetlerini daha geniş imkânlarla yürüten Afyon Mevlevîhanesi, Germiyan Beyi I. Yakub Çelebi zamanında da layıkı veçhile himâye ve destek görür. Faaliyet harcamaları için Büyük, Orta ve Küçük Kalecikler, Kışlacık, Deper, Kozluca, Çukurköy gibi köyler 1316 yılında Mevlevîhane’ye vakfedilir. Daha sonraki dönem idarecilerince de yapılan ilâve vakıflarla Mevlevîhane, sosyal ve kültürel alanlardaki etkinliklerini başarı ile sürdürür. Ancak kurumsallaşması Mevlânâ Hazretleri’nin 7. göbekten torunu Sultan Divanî olarak bilinen Mehmet Semai Hazretleri dönemine rastlar. İlk defa bu dönemde Muharrem ayında halka 40 hatimli dua ile pişirilen şifalı aşure dağıtma törenleri başlar. 1520’li yıllarda başlayan şifalı aşure geleneği, Cumhuriyet döneminde bir süre kesintiye uğrasa da 1990 itibarıyla günümüze kadar ulaşır. Şifalı aşure etkinliklerinin yapıldığı günlerde şehirdeki kardeşlik havası her zamankinden daha fazla artıyor. Öyle ki hazırlanan kap aşureleri bizzat ilin valisi ve belediye başkanı otogarlara giderek vatandaşlara ikram ediyor. Trafik polisleri de seyir halindeki araçları durdurarak sürücü ve yolculara şifalı aşure ikram ediyor.
1500’lü yıllarda yaşadığı rivayet edilen Sultan Divan-i, gördüğü rüya üzerine Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le birlikte İran seferine katılır. Divan-i Hazretleri’nin, Timur tarafından Konya’dan kaçırılan Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’den sonra en büyük eseri sayılan Divan-ı Kebir’i de Safevi Hükümdarı Şah İsmail’den geri alarak Konya’daki dergâha gönderdiği rivayet edilir. Mevlevîlikte Gülbank duası sırasında Hazreti Mevlânâ’dan sonra ikinci pir-i sani olarak Sultan Divan-i’ye de dua edilir.
Afyonkarahisar Mevlevîhanesi’nin en büyük özelliklerinden birisi de Asitane denilen çile çıkarılabilen 15 Mevlevîhane’den birisi olması. Nefsi terbiye etmek için, manevî bir eğitim dönemi olan çile, sadece asitanelerde çıkartılıyordu. Konya Mevlânâ Dergahı’ndan sonraki önem derecelerine göre Afyonkarahisar Mevlevîhanesi bu konuda da ilk sırada yer alır. Daha sonra Manisa, Kütahya, Halep, Galata, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş, Bahariye, Bursa, Kahire, Kastamonu, Eskişehir, Gelibolu ve Rumeli Yenişehir yer almaktadır. Asitane denilen çile çıkartma 1001 gün sürer. Bu dönemde, insan ahlâkının olgunlaşması için bir dizi merhalelerden geçilir. Çile çıkarmak için Mevlevîhaneye gelen, ‘can’ adı verilen şahıs, ilk 3 gün ‘Matbah’ denilen Mutfak’ta bulunur, olan bitenleri izler. Eğer çile için kalmaya karar verirse bunu Kazancı Dede’ye söyler. Kazancı Dede, Mevlevîhanenin şeyhinden sonra en önemli şahıstır. Mutfak, görünüşte yemek pişiriliyor gibi dursa da Kazancı Dede’nin rehberliğinde ham olan insanın piştiği yerdir.
Mevlevî Camii 1800’lü yıllarda birkaç ufak çaplı yangın geçirir. Ancak 16 Ağustos’ta 1902 yılında Afyon’da büyük yangın olarak bilinen 2 gün süren yangında bin 300 ev ile birlikte cami de kül olur. Büyük yangın sonucu yanan Mevlevîhane, 1905’te II. Abdülhamid’in emriyle ondört bin altın harcanarak büyük bir onarım geçirir. Sultan Abdülhamid, saray mimarı Tanaş Usta’yı göndererek kendi şahsî servetinden burayı yeniden inşa ettirir. Caminin iç kapısı da bizzat Sultan Abdülhamid tarafından gönderilir. Afyonkarahisar Mevlevî Camii ve Dergâhı birçok tarihî olaylara da şahitlik eder. Büyük Taarruz’dan yaklaşık 1 ay önce 25 Temmuz 1922 tarihinde Afyonkarahisar’da Yunanlılarca düşürülen bir Türk uçağında şehit olan Ahmet Bahattin Bayram ve Cemal Bey isimli iki pilotumuzun cenaze törenleri burada yapılır. O dönem şehir işgal altında olmasına rağmen binlerce kişi de camide hazır bulunur. Törene Yunan subaylar bile katılır.
İLK ŞEB-İ ARUS’UN SEMAZENLERİ AFYON’DAN
Mabed, 1905’ten 1915’e kadar Mevlevî dergâhı olarak varlığını sürdürüyor. 1925’te tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunuyla Mevlevîhane dergâh olarak kapatılsa da cami olarak hizmet vermeye devam eder. Ancak Afyon Mevlevîleri, Mevlevîlik geleneğini kendi içlerinde devam ettirir. Aradan hayli zaman geçtikten sonra 1948 yılında Konya’da Cumhuriyet döneminde ilk defa Hz. Mevlânâ’yı anma törenlerinin (Şeb-i Arus) düzenlenmesine karar verilir. Fakat ilginç bir şekilde Konya’da sema yapacak ekip bulunamaz. Bunun üzerine Afyon Mevlevîlerine müracaat edilir. Afyon Mevlevîleri 1960’lı yılların sonuna kadar Konya’da sema ayinlerini yapar. 1960’lı yılların sonunda Konya’da semazen yetiştirerek buradan çekilirler.
Afyon, 1956 yılında Mevlânâ Hazretleri’nin hayatını anlatan filmin çekilmesiyle yeniden gündeme gelir. Bu iş için de Afyon’daki Hüsrev ve Arif Çelebi’lerden yardım istenir. Proje, Mevlânâ’nın engin hoşgörüsü ve ideallerini yaymayı amaçladığı için olumlu görülür. O dönemde Milliyet Gazetesi’nin başyazarı Mevlevîlikten gelen Refii Cevat Ulunay, köşe yazısında “Afyon Mevlevîleri nasıl böyle bir filmin çekilmesine yardımcı olur.” diyerek sert bir yazı yazar. Bunun üzerine Afyon Mevlevîleri tekzip gönderir. Ancak moral bozukluğu nedeniyle film çekimi sonraya kalır.
Müze müdürü Hasan Özpunar’dan Afyon Mevlevîliği’ni dinlerken günün karardığını bile anlayamadık. Akşam namazının ardından camiden ayrılırken çıkış kapısındaki bir levhada yazılı olan Mevlânâ’nın şu sözü sanki hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: “Bulanlar ancak arayanlardır.”
Yeni Bahar Dergisi SERKAN SAĞLAM
Editör: Haber Merkezi