“Siyaset yapıyoruz diye alçalmaya lüzum yok.”
İYİ Parti İl Başkanı Muhammet Mısırlıoğlu’nun basın toplantısında yaptığı konuşmada:
Değerli basın mensupları bildiğiniz gibi ilimizde son yağışlar sonucu bir sel felaketi yaşandı, Pek çok yer sel felaketinden zarar gördü. Kurucuova Köyü'nde de yağışla birlikte kısa sürede sel oluştu. Yolların dereye döndüğü köyde, azgın sular deyim yerindeyse önüne ne kattıysa sürükleyip götürdü. Sel felaketinde zarar gören hemşerilerime geçmiş olsun diyorum. Allah böyle felaketten korusun.
Şimdi hafta sonu gerçekleşecek olan YKS Yüksek öğretim sınavına girecek olan sevgili gençlerimize, ailelerine ve değerli öğretmenlerimize seslenmek istiyorum ; Büyük bir azim ve çabayla hazırlandığınız Yükseköğretim Kurumları sınavı, eğitim hayatınızdaki önemli dönüm noktalarından biridir. Ruh ve beden sağlığınız her şeyden daha önemli ve öncelikli olduğunu unutmadan bu sınava her türlü endişe ve kaygıdan uzak olarak girmelisiniz.
Sevgi, saygı temeline dayalı, hedefini belirlemiş, gayretli öğrenciler olarak yol aldığınız şu günlerde heyecanınızı yürekten paylaşıyorum.
Kendinize güvendiğiniz sürece aşamayacağınız hiçbir engelin bulunmadığına inanıyorum.
Sevgili gençler, yıllardır hazırlandığınız bu sınavda güzel bir neticeyi alarak, üniversite hayallerinizi gerçekleştireceksiniz. Sizler, bizim güvencemiz ve geleceğimizsiniz. Hayatın çok uzun süren ve umutsuzluğa düşülmemesi gereken bir süreç olduğunu unutmamalısınız. Her şeyin gönlünüzce ve güzel olmasını diliyorum.
Bu vesileyle bugüne kadar sizlerin yetişmesinde her türlü fedakarlığı üstlenen öğretmenlerinize, ailelerinize, teşekkür ediyor, sınavda başarılar diliyorum.
Değerli basın mensupları “Oldukça hızlı bir seçim süreci geçirdik. Bu süreçte yanımızda olanlardan ziyade yanımızda görünüp de arkamızdan iş çevirenlere bir çift sözüm var…
Biz dışarıdan gelecek her türlü kötülüğe her zaman hazırlıklıyız. Gel gelelim dost görünenler bizi en çok yaralayanlardır.
Seçim sürecinde birlikte yürüdüğümüzü sandığımız bazı kişiler ne yazık ki bizi sırtımızdan hançerlemişler. Bir darbe yediğimizin farkındaydık ama bunu dost görünenlere hiç konduramamıştık.
Sular durulunca anladık ki suyu bulandıran da yine aynı safta olduklarımızmış. Siyaseti insanlık dışı, ahlak dışı ilkelere dayandıran, her yolu kendine mübah gören bu zihniyet bize göre değildir.
Siyaset yapıyoruz diye alçalmaya lüzum yok. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmektir asil olan. Ben siyaset yapan herkesi asil olmaya davet ediyorum…
Geride bıraktığımız seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni kabineyi oluşturdu. Ülkemizin kanayan yarası olan ekonomik krize çare bulacak isim olarak da Mehmet Şimşek’i belirledi.
Daha önce Halkbank’ı dolandırmakla suçladığı bir isimi ekonomi dümeninin başına geçiren Sayın Erdoğan neyi amaçlıyor bilmiyoruz ama çok değil daha 4 yıl önce sarf ettiği sözler bizi korkutuyor.
Hazine ve Maliye Bakanı olarak belirlediği Mehmet Şimşek hakkında 4 yıl önce ‘bunlar dolandırıcı’ diyen Sayın Erdoğan’ın fikrini neyin değiştirdiğini ise ayrıca merak ediyoruz…
Bir puzzle misali devleti yöneten isimleri değiştiren Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı’nı da değiştirdi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun başına geçirdiği eski başkan, parayı kukla gibi yönetiyordu.
Bağımsız olması gereken bir kurumu talimatlara göre yöneten eski başkan, sus payı olarak BDDK’ya görevlendirildi.
Faizleri düşüre düşüre ekonomiyi olumsuz manada şaha kaldıran bu zihniyet, bakalım bundan sonraki adımlarıyla başımıza neler açacak…
Doların kaç TL olduğunu, paramızın ne denli değer kaybettiğini görüyorsunuz… Üretim sıfıra indiği için dışa bağımlı bir ülke haline geldik. Bulguru, mercimeği ithal eden bir ülke olarak doların yükselmesi bizi ne kadar etkiliyor biliyorsunuz.
Dolar yükseldikçe soframıza koyduğumuz rızkın fiyatı, mazotun, benzinin fiyatı, buna bağlı olarak nakliye ile bize ulaşan her şeyin fiyatı artıyor ne yazık ki…
Peki asgari ücret? O neden sabit kalıyor?
Açlık sınırının bile altında olan asgari ücret ne yazık ki zamanla eriyor, kayboluyor.
Bu gün şehrimizde bir ailenin oturabileceği lüks sayılmayan sıradan bir evin kirası bile 5 bin TL’lerden başlıyor.
8.500 TL asgari ücretle çalışan bir vatandaş parasının yüzde 60’ını ev kirasına verirse faturasını nasıl ödeyecek, erzağını nasıl alacak, çocuğunun masraflarını nasıl karşılayacak?
Hala kabile hayatının devam ettiği Papua Yeni Gine'de 20 Mayıs 2022'de 1 Kina, 4,60 Türk Lirasından işlem görüyorken 1 Kina 6.61 Türk Lirası'na kadar yükseldi. Şu anda da 6. 59 seviyelerinde ileriliyor. Dolayısıyla 1 yılda 1, 35 lira artış yaşandı. Türk Lirası değer kaybettikçe kaybediyor.
Paramızın değeri her geçen gün düşüyor.
Bir adada, kabileler halinde yaşayan, parayı koyacak cepleri bile olmayan bu topluluğun para birimi nasıl olur da yüzyıllık şanlı bir tarihe sahip olan Türkiye Cumhuriyeti’nin para biriminden daha kıymetli olur?
Gürcistan da aynı şekilde Gürcistan’ın parası 9 TL değerinde. 2017’de Türkiye’den Gürcistan’a benzin turu yapılıyordu.
Ardahan ve çevre illerden vatandaşlar Türkiye’de akaryakıt pahalı diye Gürcistan’a gidip depolarını dolduruyordu.
O yıllarda Gürcistan’ın parası 50-60 kuruş değerindeydi. Şimdi durum değişti, Türk Lirası Gürcistan parası karşısında değer kaybedince şimdi Gürcüler Türkiye’ye alışveriş için akın ediyorlar.
Çok değil, bundan 6 – 7 yıl önce bu insanlar Karadeniz’e yevmiyeci olarak çalışmaya geliyorlardı…
Bu kadar kısa süredeki çöküşümüzü görebiliyor musunuz?
Gelelim Bulgaristan’a… Komşu ülkenin parası 13 TL’ye yaklaştı. Bulgarlar koyuyor ceplerine parayı, Edirne’den İstanbul’dan rahatça alışverişini yapıp gidiyor.
2002 yılında Bulgaristan 1 lira almak için yaklaşık 10 Leva ödemek zorunda kalıyordu. Yani bizim paramız onlarınkinden 10 kat daha değerliydi. Bu gün gelinen durumda adamlar 1 Leva ile yaklaşık 13 TL alabiliyor.
Azerbaycan da aynı şekilde. 1 Azerbaycan Manatı yaklaşık 14 TL değerinde. Azerbaycan’dan da alışveriş için Türkiye’ye akın akın geliyorlar.
Peki bizim vatandaşımız istediğini alıp satabiliyor mu? İstediğini giyip istediğini yiyebiliyor mu? Ne yazık ki bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Gerçekler bu kadar gün yüzündeyken asgari ücrete temmuzda yapılacak olan zamla birlikte en düşük maaş en azından 500 dolara eşit olmalıdır.
Bunu söylemek ne acı değil mi? Paramız küçüldükçe küçüldü, asgari ücret en azından 500 dolara eşitlensin istiyoruz…
Biz bunu söylerken tabi ki tek taraflı düşünmüyoruz.
Asgari ücret yükselsin yükselmesine de dengeyi tutturabilmek adına işverenlere de kolaylaştırıcı tedbirler alınmalı.
Tüm maliyetleri yükselirken ayakta durmaya çalışan işverenler asgari ücret yükseldikçe daha da zora düşüyor ve belki de istemeyerek de olsa işçi çıkarmaya başlıyor.
Bu sefer de ülkedeki işsizlik artıyor. Terazinin her iki kefesine de aynı özen gösterilmelidir.
İşsizlik demişken geçtiğimiz günlerde atanamayan hemşerimiz bir öğretmen Samsun’da çalıştığı inşaattan düşüp hayatını kaybetti.
Bu utanç hepimizin… Üniversite açtık diye övünenler milyonlarca işsiz genci görmezden geliyorlar. Mesele üniversite açmak değil. Mesele üniversite mezunu gençlere istihdam sağlayabilmektir.
Ülkemizde eğitim fakültesinden mezun olmuş milyonlarca öğretmen var ama yıllarca atanmayı bekliyorlar.
Buna rağmen hala ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen diye yeni tabirlerle öğretmen görevlendiriyorlar. Samsun’da inşaatta çalışmak zorunda kalan bu kardeşimiz de bu sistemin kurbanıydı.
Öğrencilerine kavuşmayı beklerken kendini inşaatta çalışırken buldu.
Ne yazık ki okulda, sınıfta, öğrencileriyle olması gereken öğretmenimiz, şantiyede can verdi.
Bizi bu duruma getirenler utansın! Öğretmenimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Şimdi çok önemli bir konuya değinmek istiyorum. Akp iktidarının kendi vatandaşımızdan üstün tuttuğu Suriyeliler konusuna değinmek istiyorum. Üniversiteden mezun olmuş, Eczacı olmak için çabalayan gençlerimiz var iken binlerce Suriyeli Eczacı var.
"Suriyeli Eczacılar Türk Halkının Parasını Hortumlarken, Diplomalı İşsizlik Rekor Kırıyor!"
Türkiye, ne yazık ki işsizler ordusu konusunda dünya liderliğine oynuyor. Hem işsiz sayısı hem de üniversiteli işsiz oranı bakımından maalesef lider durumdayız. Bu durumun sebeplerinden biri de diplomalı işsizlerin sayısındaki artıştır.
Eczacılık Fakültesi Mezunları İşsizlik Sorunu Yaşıyor, Ancak Suriyeli Eczacılar Devleti Hortumluyor
Son dönemde, eczacılık fakültesi mezunları arasında işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Plansızca artırılan fakülte sayısı ve mezun enflasyonu nedeniyle, her 6 eczacıdan biri işsiz durumdadır.
Ancak Türkiye'deki işsizlik oranı artarken, Suriyeli eczacılar atağa kalkmaktadır. İstanbul'da 200'den fazla Suriyeli eczacı mevcuttur ve hepsi SGK ile anlaşmalıdır. Bu durumun ilginç yanı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için geçerli olmayan bir ayrıcalıktır. SGK ile yapmadıkları anlaşmaları, sadece Suriyeli eczacılar yapmaktadır.
Suriyeli eczacılar, sağlam Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ilaç yazdırarak, bu ilaçları kaçak yollarla Suriye'ye göndererek para kazanmaktadırlar. Bu durum, hem SGK'nın ödeme yapması hem de Suriye'den para akışı sağlanması anlamına gelmektedir. Bu durumun sonucunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları zarar görmekte, devletin bütçesi ise hortumlanmaktadır.
Türkiye 2011’den bu yana, daha öncekilerle hiçbir şekilde karşılaştırılmayacak ölçüde dev bir sorunla karşı karşıya gelmiştir.
Ayrıca Türkiye üzerinden Avrupa’ya giden yarısı Suriyeli, diğer yarısı da başka uyruklardan olmak üzere sayısı belirsiz birçok kişinin, Türkiye’yi “geçiş ülkesi” olarak kullandığı düşünüldüğünde ülkemizin hali içler acısıdır.
Tahminlere göre, 10 yıl sonra nüfusumuzun yüzde 10’unu Arap-Afgan kökenliler oluşturacak. Düşünsenize ciddi bir örgütlenmeye kalksalar milletvekilleri, partileri belki TBMM’de grupları bile olacaktır.
Kendi mahalleleri, iş dünyası, sendikaları, okulları, mesleki örgütleri kurulacak.
Yeni evlilikler ile çocuklar doğacak, yeni bir toplum yapısı dizayn edilecektir.
Anlayacağınız tehlike çok büyük ve derhal tedbir alınması gereken elzem bir durumdur.
Zira bu saydıklarımın bazıları hali hazırda gerçekleşmiştir.
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında, muhalefeti Türkiye’nin “beka sorunu” olarak göstermeye çalışan iktidarın aslında mülteci tehlikesinin beka sorunu olduğunu artık anlaması şarttır.
Mülteci istilasının önüne geçmek; milli bütünlüğün ve ulusal bağımsızlığın temel şartı olmuştur artık.
Mülteciler için oluşturulmaya çalışılan koruma sistemi ve onun yaratığı sorunlar, toplumsal kutuplaşma, ekonomik kriz, yükselen işsizlik oranları gibi var olan diğer sorunlarla birleştiğinde gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hal almaktadır.
Göçmenler için yapılacak referandum hem demokrasimiz hem bekamız hem de milli bütünlüğün ve ulusal bağımsızlığın devamı açısından doğru bir seçenek olabilir diye düşünmekteyim.
Eminim ki mültecilerin ülkelerine gönderilip gönderilmeyeceğine dair yapılacak referandum da ülke iç huzuruna büyük katkı sağlayacaktır.
Döviz arttıkça asgari ücret yetersiz kalıyor demiştik. İşverenler de bu durumdan olumsuz etkileniyor ve küçülmeye gidiyorlar.
İflasın eşiğine gelen firma sayısı her geçen gün artıyor. Zengin daha da zenginleşirken fakir daha da fakirleşiyor. Orta direk diye tabir edeceğimiz kesim ise ne yazık ki zamanla dibe vuruyor.
Bakın Gebze’de 26 yıldır faaliyet gösteren bir matba firması iflas etti. Haliyle firmada çalışanlar da işsiz kaldı.
Pek çok ünlü otel inşaatını da yapan Yüksel inşaat, iflasın eşiğinde. Yine bu gruba ait başka firmalar da konkordato ilan etmiş durumda.
Ekonomi bu kadar kötüye giderken, şirketler iflas ederken, işsizlik artarken birileri saraylarda nasıl keyif sürüyor, sorumlular başını yastığa nasıl koyuyor merak ediyorum doğrusu…
İflas eden şirketlerle birlikte kim bilir kaç aile mağdur oluyor…
Ülkemizde kayıtlı işsiz sayısı ne yazık ki 3 Milyona yaklaştı…
1 ayda yüzde 2,5 artış gösteren işsizlik rakamları korkutan seviyeyi çoktan aştı… hiçbir rakamın gerçeği yansıtmadığı, güven vermediği ülkemizde açıklanan işsizlik sayısının bu denli yüksek olması işin ciddiyetini de ortaya koyuyor…
Üretici de asgari ücretle çalışan kadar zor durumda. Çiftçi mazot, gübre, tohum fiyatları altında ezilirken ton başına buğday fiyatı 9 bin 250 TL olarak açıklandı. Enflasyon oranının yüzde 40 olduğu düşünülürse bu rakamın en az 10 bin 460 TL olması gerekirdi.
Tabi bu fiyatlar Toprak Mahsülleri Ofisi’nin fiyatları. TMO’nun buğdayın hepsini almadığını düşündüğümüzde çiftçinin elinde kalan buğdayın fiyatı 7 – 7,5 TL’ye düşer.
Ekonomi bir zincir gibidir. Halkaların hepsi dengeli olmalıdır.
Halkalardan birisi bozuk olduğunda zincir kopar. Bizim çiftçimiz buğday da üretmeyecekse ne yapsın?
Tarımsal destekler her ekonomik kriz sonrası azalıyor.
2001 yılında da aynısı olmuştu. Çiftçi, hayvancı, üretici desteklenmeli ki ekonomik canlanma başlasın. Yoksa halimiz harap…
İktidar eliyle vatandaşın hakları bir bir gasp edilirken işçilerin haklarını arayabilecekleri yasal platformlar olan sendikalar da ne yazık ki tekelleşti. İktidar, grev, eylem gibi durumları ortadan kaldırmak için işçileri sendikasızlaştırdı.
Sendikalar eskiden işçinin sesi olur, iktidara taleplerini duyurur ve tuttuğunu koparırdı.
Demokratik haklarını arayan işçiler sendikasız kalınca seslerini duyuramaz hale geldiler.
İşçiler kadar kamuda da sendika olayı zaman içinde farklı bir yere evrildi ne yazık ki…
İktidar kendi görüşünden olmayan hiçbir sendikayı tanımaz duruma geldi. Üstelik kendi yarattığı sendikaya üye olanları ihya etti.
Memur-Sen üyeleri AKP’den milletvekili olma şansı yakalıyor. Karşı sendikaların mensupları ise kamuda mobinge maruz kalıyor.
Yıllar içinde ülkemizdeki sendikalaşma oranı yüzde 14’lere geriledi. Bu oran 1999 yılında yaklaşık yüzde 70’ti.
Demokratik haklarımızın bir bir elimizden alındığı bu günlerde susmaya devam edersek bir köle gibi yaşamaya mahkum edileceğiz.
AKP’li gazeteci Şevki Yılmaz’ın FETÖ’cülere af çağrısından bahsetmek istiyorum… “Devlet millet kaynaşması” sağlansın diyerek FETÖ terör örgütü üyelerine af çıkarılması gerektiğini savunan bu adam, iktidara seslenerek şeriat çağrısı da yapmış.
AKP’nin kimlerle aynı yolda yürüdüğünü görüyorsunuz değil mi?
Bu adam iktidara yakın medya kuruluşunda kaleme aldığı yazıda alenen ifade ediyor bunları. “Şeriat gelsin, FETÖ’cülere af gelsin, Osmanlıca özgürleşsin” diyor. Bu memlekette Cumhuriyete ve Atatürk’e sahip çıkanlar cezalandırılırken böyle adamlar rahatça konuşturuluyor.
Bize nelerin empoze edilmeye çalışıldığının farkındasınız değil mi?
Son olarak bahsetmek istediğim bir konu var.
Sayın Belediye Başkanımız seçim süreci boyunca siyasilerin peşinde koşmaktan şehri yönetmeyi unuttu.
Altyapı, kaldırımlar, caddeler, sokaklar derken şehri kaderine terk eden Sayın Zeybek artık görevinin başına dönmelidir.
Her yer sinek ve haşere kaynıyor. İlaçlama yapılmıyor.
Temizlik yapılmıyor. Çöpler toplanmıyor.
Belediyenin en temel görevleri bunlar. Bir belediye başkanının önceliği şehri olmalıdır.
Siyasi çıkarlar uğruna şehrini kaderine terk eden bir belediye başkanı kaybetmeye mahkûmdur.
Sayın Zeybek’i göreve davet ediyorum.